29 Kasım 2016 Salı

KURGU

Kurgu en ufak masal ve hikayede bile karşımıza çıkıyor.
Peki nedir bu kurgu ?
Neden her okuduğumuz romanda, hikayede ve masal da var?
Kurgu olmazsa severek okuduğumuz, elimizden bir türlü düşüremediğimiz kitapları yine de okur muyduk?
Aslına bakarsanız bu soruların hepsi çok saçma. Kurgu zaten elinizden bir türlü düşüremediğiniz o kitapların ta kendisi. İnternette veya ansiklopediler de hatta ve hatta ders kitaplarında “KURGU NEDİR ?” diye karşınıza hep aynı şeyler, aynı kelimelerin ve cümlelerin, birbiri ile aynı anlamda farklı yazılışları ile karşılaşırsınız.
Bir yazarın kaleme aldığı gerçek olmayan karakterler, olay, zaman ve mekândır kurgu. İnsanları güldürmek, ağlatmak, maceralara ve aksiyona sürüklemek için, yazar denilen kişi tarafından uydurulan her şeydir. Kısaca kurgu yazarın hayal gücüdür.
-Bu kadar basit mi ?
-Sadece oturup hayal edeceğiz ve hop, harika bir kurgumuz ve milyonlar satan bir kitabımız mı olacak ?
- Vay be. O zaman oturup hep beraber hayal edelim!
Keşke her şey bu kadar basit olsaydı.
Kurgu... Kurgu... Kurgu... hakikaten nedir bu kurgu ?

Devamı...

KARALAMA


Bir odadayım karanlık. Elimde sigaram. Düşünüyorum yine her gece olduğu gibi bu gece. Belki yıldızları belki sadece karanlığı. Ben öyle şaşalı sözler edemem. Koyu karanlık ruhumu esir alıyor diyemem ve demem. Bana hep yapmacık gelir böyle jonjon laflar. Çok kılıbık. Edebiyat okuyan üniversiteli bir gencin sevgilisine yada güzel bir kızı yatağa atmak için, inci gibi işlediği laf ebeleri gibi gelir bana.  Hep bir yapmacık.

Delikanlı olmak gerek bence. Etrafa karşı değil kendime. Bir kızı kandırmak için şiirvari konuşmak, kendimi kandırmak benim içim. Ben bu değilim.  İki güzel laf eden bir insan değilim. Ben. Ben. Ve ben...
Neyin ben.

Aynada kendime baktığımda ne görüyorum ki ben ?

Orta yakışıklığa sahip olan bir erkek. Saçları genç yaşta dökülmeye başlayan biri ki, saçlarım askerde dökülmeye başlamıştır. Acemi birliğinde beş yüz kişiyi koyun gibi kırptıkları makine ile benide kırpmışlardı. Orda hastalandı saçlarım. O övündüğüm gür saçlarım. Artık dökülmüşlerdi. Neyse konuyu saptırmayalım. Gözlerimi hep kısık görürüm aynada.  Belki küçük yaşlarda yaşadığım bir dizi talihsiz olaydan gözlerim boyle. 1999 Marmara depremine ve o vahşete şahit olduğundan bu gözler, küsmüşlerdir hayata ve yaşama bakmaya. Görmemek için kısılmışlardır.  O yüzden yediremem kendime birini güzel laflar ile kandırmayı.
Kendimi kandırmak çünkü bu. Yine aynı noktaya geldik bak işte. Kimim ben ?

Büyük cüsseme rağmen hep küçük şeyleri sevmişimdir. Süpriz yumurtadan çıkan oyuncakları mesela. Hep beni mutlu etmişlerdir. Biriktirirdim onları ben. Evdeki siyah küçük televizyonun üzerine dizerdim süsdiye. Ve her gün işten dönerken alırdım iki tane yumurta. Bir bana bir de kücük kız kardeşime. Çikolatasını o yerdi bense oyuncağı alırdım. Eeeg bunlar. Eeeg kaka. Ellenmez derdim kardeşime, oyuncaklara bir zarar gelmesin diye.  Gözüm gibi bakardım.

Bir gün işten döndüm eve geldim. İş dediğime bakmayın simit satardım sokaklarda. Üç beş kuruş kazanır babama yardım ederdim. Bizimki biraz zor du. Depremde evimizi kaybetmiştik. Anam ve babamdan da başka kimsem yoktu. Ben şanslıydım gerçi. Anam ve babamın, benim sahip olduğum gibi anaları ve babaları hatta bir kardeşleri dahi yoktu. Gerçi bir halam vardı depremden önce. Ama depremden sonra oda yoktu. Eniştemle birlikte onlarda gitmişlerdi artık.

Yine konudan saptım.

Eve gelmiştim işten. Yine yumurta almıştım oyuncakları için kardeşim ve bana. Eve geldiğimde annem beni gördü ve bana bir tokat attı durduk yere. Ben anlamadım nedenini en başında.  Şaşırdım. Noldu dedim. Elimdeki yumurtaları aldı ve fırlattı parke yola evin kapısından. Ben hala anlamıyordum hiç bir şey ama anam ağlıyordu. Sonra bir tokat daha attı. "Bir daha almayacaksın yumurta."  Diye feryat etti. Bende titrek ve korkak bir "Tamam." Dedim ama neden ? Neden bu kadar çok sevdiğim şeyi benden aldı, bana yasakladı. Çok kızdım. Üzüldüm. İçeri girdim ki, salona o zaman anladım.

Kız kardeşim televizyonun üzerindeki oyuncakları alacam diye komidine tırmanmış. Destek almak için televizyonun altındaki dantele asılmış. Televizyon küçük tabi. Kardeşimin ağırlığını kaldıramamış. Kaymış ve düşmüş.  Kardeşim büyük bir acı ile çığlık atmış. Anam ise mutfaktan fırlamış. Televizyon kardeşimin ayağına düşmüş ve kırmış küçük ayağı.

O gün küstüm işte ben sahte güzelliklere. Bütün o sevdiğim minik oyuncakları fırlattım attım. Kendime de çok kızdım.

Konu nereden nereye geldi. Ben kendimi anlatmayacaktım aslında. Üniversiteli edebiyat öğrencisini anlatacaktım. Hani şu kılıbık laflar eden öğrenci. Ben sevmiyorum işte o janjan lafları. Kırmızı lar içinde bir gül var, hayat renginde. Kırmızı. Her şeyin rengi. Aşkın. Acının. Ölümün. Kırmızı gibi seviyorum seni falan filan bana bu laflar hep vıcık vıcık kılıbıklık kokar. Deli kanlı olacaksın. Alacaksın siyah sprey boyayı gideceksin kızın odasının camının önüne. Karalayacaksın o parke yolu. Seni Seviyorum diye.  Delikanlı olacaksın ya. Kılıbık laflara sığınmadan direk karalayacaksın sevdanı yollara.

Karalayacaksın ki hiç bir renk kapatamayacak siyahı. Kırmızıyla boyasalar bile kalacak orada senin karalaman. En fazla kız küfreder. O küfür bile en güzel sözlerden daha güzel gelir sana. Çünkü sen karalamışsın bir kere sevdanı yollara. Kalplere. Hangi edebiyat öğrencisi gelip sana zincir vuracakmış şaşarım.